Cağaloğlu / İSTANBUL
İslam ve Tasavvuf
Tasavvuf ehli sünnete göre: Şer’i hudutları muhafaza ederek Allah-u Teala’yı zikirde müdavim olmak ve rıza makamına ulaşmak olarak kabul ve tavsiye edilir. Kulun her hareketinde Allah-u Teala’dan bir an bile gafil kalmayarak Allah-u Teala’ya devamlı ola-rak zikretmesidir. Nitekim büyük mutasavvıflardan Cüneyd-i Bağdadi (k.s.) tasavvufu tanımlarken: Tasavvuf, kalbin Hak Teala’dan gayrisiyle alakasını kesmesidir ve gönül topluluğuyla zikrullah ve kendin¬den geçip hakkı dinlemek ve emri ilahiye ve sünneti seniyeye ittiba ve ameldir.” buyururlar.
Tasavvuf insandan insanlıktan bahseder, İslam’ın özünü ve esâsını açıklar. Kişinin kendi nefsiyle olan ilişkisini ve lazım olan bilgileri, sosyal adabı, kul ile Rabbi arasındaki yakınlıkta ona fayda ve zarar veren şeyleri anlatır, ilahi hükümleri kalbe beyan ederken fıkıh ilmine, kalp hastalıklarını ve ruh bozukluğunu tedavi eden ilaçları sunmada da tıp ilmine benzer. Kötü ahlakı ve adi huylan İslam’ın ışığında fazilete dönüştürmede tasavvuf en iyi bir vesiledir. Gayesi: insan kalbinin ve ruhunun derinliklerine Allah’a yönelme duygusunu yerleştirmektir. Neticesi de Allah-u Teala’nın rızasına kavuşmaktır.
İslam tasavvufu İslam’ın malıdır ve mutasavvıf camiası da ehli sünnetin halis ve temiz bir fırkasıdır. Şeriat dünyaya bağlanmamızı emretmiyorsa, tasavvuf da dünyayı hakir ve zelil görebilmemizin talimini, eğitimini yaptırır.
Büyük alim ve fakih Şeyh İzzeddin bin Abdusselam (r.a.) tasavvufa yabancı iken, mutasavvıflara laf atarak diyordu ki: “Kitap ve sünnetten başka yol mu var? Vakta ki, mutasavvıfların yolunu bulup onların aldıkları hazzı tadında çelik zincirler kağıttan olan sahifelerle kırıldı. Daha sonra tasavvufu ve mutasavvıfları övmeye başladı.” Tasavvufa intisab etmiş bazı kötü niyetli kimseler de selef mutasavvıfları gibi Resulullah (s.a.v.) Efendimiz’e kadar uzanan altın zincirin bir halkası olduklarını iddia ederler, ancak şer’i şerifin şartları¬na ve tasavvufun adabına da riayet etmezler. Halbuki şartlarına riayet edilmeyen hiçbir ibadet sahih ve geçerli olmaz. Sahtekar insanların kusur ve günahlarıyla gerçek mutasavvıftan suçlamak, hiçbir zaman haklı ve âdil olmaz
İslam’dan habersiz olarak müsteşrik kafasıyla ona yaklaşan ve çirkin yalanlan ve iftiralarıyla İslam tasavvufuna saldıranlara aslında pek diyeceğimiz yok. Ancak bir de şeriat adına tasavvufa karşı çıkanlar var ki. asıl sakat görüşler bu tür zümrelerden gelmektedir. Tasavvuf adına getirilmiş bid’atler yok mudur? Elbette vardır. Özellikle son zamanlarda İslam’a muhalif düşünce ve davranışlara sahip olanların uydurdukları bir takım sapık tarikatlar vardır. Ama bunlara bakarak tasavvufun hakikatini reddetmek, papaza kızıp oruç bozmaktan başka bir şey değildir. Şeriat adına tasavvufu inkar edenler bizzat şeriatın cahilidirler.
(Ehl-i Sünnet ve Akaidi, Mehmet Çağlayan)
YOL GÖSTERİCİ DOĞRU SEÇİLMELİ
Tasavvuf yoluna giren kişinin mürşid-i kâmile olan ihtiyacı ve mürşidin misâli, denizde boğulmakta olan kişinin, kendisini boğulmaktan kurtarması, sanatında yüzme işinde iyi ve kamil bir yüzücüye olan ihtiyacı gibidir.
Yüzücü kişi diğerlerini kurtarmak için onların elinden tutar. Yüzücü olduğunu söyleyen kişi, eğer tam yüzme bilmiyorsa, kendisiyle berâber onun elini tutanların batmasına da sebeb olur. (Böylece mürîdlerinin hepsi helâk olup giderler.)
Günümüzde mürid olmayan kişiler, şeyhlik iddiâ etmeye başladı. Câhil ve dalâlet üzere olan kişiler şeyhliğini haber vermektedir; cehâlet ve dalâletinden dolayı..
Câhil şeyhler; isimlerinin anılmasını, şöhretlerinin yayılmasını, müridlerinin çok olmasını isterler. Bu yolda makam, mevki, kabûl ve rant elde etmek için gayret ederler.
Bu kimseler, bu büyük işi (irşâd makamını) ve büyük övgüye lâyık olan (velâyet makamını ve şeyhliği) çocukların oyuncağı, şeytânın maskaralığı ve güleceği şey haline getirdiler.
Hatta şeyhlik makamına mîrâs yoluyla oturmaya başladılar.
Onlardan biri öldüğü zaman o şeyhin oğlunu hemen onun makamına oturtuyorlar, şeyhin oğlu ister büyük ve isterse küçük olsun.
Şeyhliği baba ve dededen alanların tarîkatları gerçekten tamam olmuş, nûru sönmüş ve kesilmiştir.
Şeyhlik makamı maddî bir makam değildir. Şeyhlik makamı ma’nevî bir makamdır. Şeyh olmak için bir kişinin önce evliyâ ve âlim olması lâzım. Velâyet makamına eren kişi ise ilim, amel, takvâ ve ihlâs ile Allâh (c.c.)’ya yaklaşır.
Şeyhlik ve zühd tarîkatının sebebiyle dünyevî kazanç elde edenler yeryüzünde Allâh’ın şâhidleri olan gerçek evliyânın dillerinde mel’ûndurlar. Çünkü bu kişiler kendilerini büyük sâdâtın (evliyâullâh ve mürşid-i kâmillerin) yerine koymuşlardır.
(İsmail Hakkı Bursevi, Rûh’ül Beyân; 7.c., s.143-144.s.; 12.c., 108.)
(Ehl-i Sünnet ve Akaidi, Mehmet Çağlayan)